Terzi Leonidas Efendi
Haberi kendisinden önce
gelmişti.
Mübadele zamanı
gözlerinden akan yaşlarla kasabadan ayrılarak Yunanistan’a giden Leonidas Efendi,
aradan geçen onca seneden sonra, sağlığı elverir, bir aksilik çıkmazsa karısı
ve oğluyla ziyarete gelmek istiyordu.
Ara sıra gönderilen
mektuplarla da olsa bağını hiç koparmadığı çocukluk arkadaşı Vasıf Bey’e
yazdığı son mektubunu “Sevgili kardeşim, tanrı ölmeden önce eski memleketimi
görme arzumu gerçekleştirmeme yardımcı olur umarım,” diye bitirmişti.
Leonidas Karayani...Terzi
Leonidas Efendi...
Yıllarca bir kuş olsam
da memleketime uçsam umudunu yüreğinde özlemle biriktirmişti.
Kasabanın yaşlıları bu gözütok,
insan canlısı dostlarını, maharetli terzilerini unutmamışlardı. Ve hatta
hikayelerini büyüklerinden dinleyen orta yaşlı kasaba insanları da...
Terzi kasabada herkes
tarafından sevilirdi.
Onun gitmesiyle kasabanın ışıkları sönüvermişti
sanki.
Bazen Vasıf Bey, Leonidas Efendi’nin
mektuplarında yazdıklarını kasabanın kahvesinde oturur, tavla oynarken
arkadaşlarına anlatırdı.
“Çok üzüldüm. Acıdım vallahi! Hani bizde bir atasözü vardır: Terziye göç
demişler, iğnem yanımda demiş. Ama onunki hiç de öyle kolay olmamış.”
Ailesi ile birlikte Ege’nin dünya
güzeli kasabasından, memleketinden Yunanistan'a zoraki göçerken kalbi gibi iğnesi
de kırılmış meğer.
Yeni hayatına uyum göstermekte çok
zorlanmıştı. Uzun süre mesleğini icra edememişti.
Anadolu’dan göç edenlerin nerdeyse
tamamı “yeni” yaşamlarına uzun yıllar alışamamışlardı. Kendilerini vatanlarındaymış
gibi hissedememişlerdi.
Göçtükleri bu yeni ülkede,
Yunanistan’da, kendilerini evlerindeymiş gibi hissetmek için bir arada
yaşamışlardı. Yerleştikleri yerlere başlarına yeni (Nea) kelimesini ekleyerek
geldikleri şehirlerin, kasabaların isimlerini koymuşlardı.
Leonidas Efendi ve ailesi, Atina’da
İzmir’den gelenlerin yaşadığı Nea Zmirni semtinde oturuyordu.
Semt sakinlerinin toplaştıkları
kahvehanelerde muhabbet dönüp dolaşıp eski memleket hikayelerine gelirdi hep.
***
Vasıf Bey, eski zamanları gençlere şöyle
anlatıyordu:
"Bizim zamanımızda daha henüz öyle
dükkanlar, hazır elbise mağazaları falan yoktu. Evde dikiş bilen birisi varsa,
anamız, ninemiz, artık her kimse o dikerdi, yoksa terzilere diktirirdik.
Zaten takım elbise dikimi usta terzi
işiydi.
Terzinizin elindeki kumaşlardan
seçebilir ya da dışarıdan kumaş tedarik edip terzinize götürebilirdiniz.
Sonrasında mezura ile boy, basen, bel, göğüs, kol ve bacak boyu ölçünüz alınır,
terziniz istediğiniz modele ve ölçülerinize göre bir kalıp çıkarır ve kumaşı
biçer, keserdi.
Kumaş biçilip kalıba göre
birleştirildikten sonra terziniz sizi provaya çağırırdı. Bu ilk provaya
terzilik lisanında ‘çıplak prova’ denirdi. İkinci prova ise ‘telalı prova’ydı. Üçüncü ve genelde
son olan provada artık elbise meydana çıkar, son rötuşlar yapılırdı. Elbiseniz hazır
olduğunda teslim alır, güle güle giyerdiniz.”
Leonidas Efendi, ustasından öğrendiği
mesleğini ilerletmiş, küçük dükkanını adeta bir moda evine dönüştürmüştü.
Terzilik mesleği altın
bilezikti bir zamanlar. Usta terziler aynı anda birçok çırak yetiştirmelerine
rağmen çırak seçerken mutlaka seçici davranırlarmış. Elinin yatkınlığı,
gözlerinin sağlamlığı, dikkatli, sabırlı ve titiz olması bir çırak adayını
tezgah başına geçiren önemli etkenlerdenmiş.
***
Leonidas Efendi, giderken dükkanını kıdemli
kalfası Şerafettin’e devretmişti.
Adet böyleydi.
Şerafettin Bey, diğer çırakların
arasından sıyrılmış, zamanla Leonidas Efendi kadar olmasa bile iyi bir terzi olmuştu.
On yaşında çırak olarak başladığı
terzilik mesleğini bu küçük dükkanda devam ettirmiş, elinden iğne ve ipliği
düşürmemişti.
Onun da haylazlık ettiği, ustasını
kızdırdığı zamanlar olmuştu.
O sabırlı adamı çileden çıkarıp
kızdırmak ayrı bir maharetti. Bir iki kere Leonidas Efendi kendine hakim
olamayıp kulaklarını çekmişti. Zaten kocaman kulakları vardı. Arkadaşları
arasında ustası çektiği için kulakları uzadı diye bir rivayet yayılmıştı. Adı
kepçekulak Şerafettin’e çıkmıştı.
Hamarat bir çocuktu. Çıraklığında da,
kalfalığında da ustasının eli ayağı olmuştu.
Sabahları dükkana ustasından önce
gelir, temizliği yapar; ardından kömür ütüsünün külünü döker, temizler, yeni
közleri hazırlardı.
Şerafettin Bey de yıllardır
bıkmadan usanmadan aynı işi yapıyordu.
Ancak siparişleri yetiştirmekte
zorlandıkları günler geride kalmıştı. Müşterilerin isteği üzerine takım elbise
ve özel pantolon dikmek yerine sökük ve paça tamiri ile ütü yaparak mesleğini
sürdürmeye çalışıyordu. Artık allah ne verdiyse...Hazır giyim sektörü;
pantolonlar, giysiler daha ucuz oluyordu. Nerdeyse işçilik parasına pantolonlar
vardı konfeksiyon mağazalarında. İnsanlar genelde hazır giyimi tercih
ediyordu.
Sadık müşterileri
olmasa Şerafettin Usta da ayakta duramazdı.
Ona rağmen her gün dükkanına giderek
çok sevdiği mesleğini yapıyordu.
Ustasını aratmamak için elinden geleni
yapmıştı.
Ustasının anısına saygıdan dükkanda
hiçbir şeyi değiştirmedi. Sokaktaki
tabelasını bile.
“Erkek terzisi Leonidas
Karayani”
İşgüzar bir kaymakam
Şerafettin Bey’i tabela konusunda uyarmıştı:
“Leonidas Efendi yok
artık. Tabelayı değiştirmeniz uygun olur,” demişti.
Şerafettin Bey, başına
dert almak istemedi. Yeni bir tabela yaptırmayı, “Altın Makas erkek
terzihanesi” yazdırmayı düşündü. Bir arkadaşının Türkiye’de neredeyse her şehir
ve kasabada “Altın Makas” isimli bir terzi dükkanı olduğunu söylemesi üzerine
vazgeçti.
Leonidas isminin
üzerine bir makas deseni yaptırıp, monte etti. Tabelada sadece makas resminin
yanında “Erkek terzihanesi” yazıyordu.
***
Leonidas Efendi,
kasabada yaşadığı yıllarda oranın sadece terzisi değildi.
Küsleri barıştıran.
Çaresizlere derman olmaya çalışan bir kasaba bilgesiydi aynı zamanda.
Zamanının boş kısmını
fakir fukara için bir kaç parça giysi dikmek için harcardı.
Okula başlayan bütün
çocukların önlükleri onun elinden çıkardı.
Hali vakti yerinde
olana parasına, olmayana duasına elbise dikmişti senelerce.
Parası olmayan dikiş
bedeli yerine üzümünü, kavununu, incirini, zeytinini verirmiş.
İyi bir terziydi. Pek
büyük sayılmayan dükkanında sabahlara kadar uğraşıp didinirdi.
En önemlisi dürüst bir
esnaftı.
Konuşmalar arasında
Leonidas Efendi’nin dürüstlüğüne sıra geldiğinde kasabalıların aklına eski bir
olay gelir gülerlerdi:
Yakın kasabalardan
birinde başka bir terzi varmış: Terzi Remzi.
Arkasından üç kağıtçı
Remzi diye konuşurlarmış.
Müşterilerinden biri takım
elbise diktirmek için İstanbul’dan, bir tüccardan pahalı bir İngiliz kumaşı
almış, getirmiş.
Birinci prova, ikinci
prova derken artık elbise bitme aşamasına gelmiş. Müşteri elbisesini almak için
heyecanla terzinin dükkanına gitmiş. Beklerken kapıdan içeri sekiz dokuz
yaşlarında bir oğlan çocuğu girmiş. Terzi Remzi’nin küçük oğlu... Müşteri bir
bakmış çocuğun üzerindeki pantolon kendi getirdiği kumaştan arta kalan parçadan
yapılmış.
Bereket versin sıska,
çelimsiz bir oğlanmış.
Kızmış, bir tuhaf
olmuş, ama anlamamış gibi davranıp, yüzlememiş.
Bir keresinde bu olay konuşulduğunda
Vasıf Bey, içini çekerek, “Eee, herkes aynı değil. Bu tür şeyler yaşanınca
dürüst insanların değeri daha çok anlaşılıyor. Öyle değil mi?” demişti.
O devirde terziler
önemli adamlardı.
Kasabanın bütün ileri
gelenleri; kaymakam, belediye başkanı, hakim, savcı, doktor bey, okul müdürü,
hepsi Leonidas Efendi’nin müşterileriydi. Tüccarlar, eşraftan zenginler, damat
adayları...
Kasabalılar onu hiç
unutmamışlardı. Fırsatı geldikçe adını anarlardı.
Yerel inanışlara göre de
terziliğin önemli bir yeri vardı.
Rüyalarda terzi dükkanı
görülmesi kısmet ve rızka delalet ederdi. Herkes için iyiliğe ve adalete
işaretti.
Güya rüyada terziden
yeni elbise almak zenginler için daha çok mala, yoksullar için refaha, memurlar
için bir üst makama terfiye, tüccarlar için bereketli kazançlara, çiftçi için
bereketli topraklara, diğer insanlar için ucuzluğa, kalp temizliğine, hamile
kadının sağlıklı evlat doğurmasına tabir edilirdi.
Hatice nine,
balkonundan, karşı pencereye Avniye ablaya seslendi:
“Kız, duydun mu terzi
Leonidas Efendi, geliyormuş.”
“Duydum abla, duydum.
Hayırlara vesile olur inşallah.”
***
Haber çabuk yayılmıştı.
Leonidas’ın akranı
kasabanın yaşlıları dolaplarında hala muhafaza ettikleri güvelerin iştahını
kırmak için keskin ve kendine özgü bir kokulu naftalinlerle korunan takım
elbiselerini askılarından indirdiler, torbalarından çıkardılar.
Senelerdir giyilmemiş
naftalinli elbiseler, kasabanın ihtiyarlarının yaşlanınca ufalmış bedenlerine
bir iki beden bol oluvermişti.
Zamana yenik düşüp, bu
dünyadan göçenlerin bir kısmının da oğulları, torunları elbiseleri giydiler.
1960’lı yıllardan birinin
güzel, güneşli bir günüydü kocaman siyah bir araba kasabanın yukarı çarşısındaki
meydana girince etraftaki kahvelerde bekleşenler sevgili terzilerini karşılamak
için ayaklandılar, dışarı fırladılar.
Otomobil meydandaki
koca çınarın altına yanaşıp, parketti.
Arabadan önce
Leonidas’ın oğlu ve gelini, arkadan hanımı ve Leonidas indi.
Kasabalılar arabanın
etrafını sarıp, alkışlar ve ıslıklarla eski dostlarını selamladılar.
Birden naftalin kokan
takım elbiseli bir kalabalığın arasında kalan Leonidas şaşırdı.
Yaşlılardan Hafize
teyze:
“Abovvv, bizim terzi
hiç değişmemiş. Buradan göçerkene neydiyse aynısı.”
Avniye teyze, uyardı:
“Kız, o, Leonidas
Efendi değil, oğlu. Terzi şu arkadaki ihtiyar.”
“Aaa, o da kocalmış
disene.”
Bu konuşma geçen zamanı
özetliyordu:
Oğlu yaşında kasabadan göçen
terzi Leonidas Efendi, seksenlik bir ihtiyar olarak dönmüş, memleketini ziyaret
ediyordu.
Bastonuna yaslanarak
etrafını saran kalabalığı dikkatli gözlerle taradı.
Elbiseleri hayret
verecek derecede hatırlıyordu.
“Sen, Mahmut Bey’in
oğlusun galiba?”
“Evet, nerden
anladınız?”
“Elbiseden. Kumaşından.”
“Kendisi biraz rahatsız,
çok istedi, ama gelemedi. Evde.”
“O zaman biz gideriz
ona.”
***
Şerafettin Bey,
dükkanından fırlayıp ustasını karşılamaya çıktı.
Üzerinde ustasının ona
diktiği damatlık elbisesi vardı. Naftalin kokusu dolapta muhafaza edilen bu elbiseye
de sinmişti, ama önemli değildi.
Leonidas Efendi’nin
üzerinde de o günün anısına kalfasının ona diktiği takım elbise vardı.
Karşılaşmaları çok
duygusal anlar yaşamalarına neden oldu. İkisi de ağlamamak için kendilerini zor
tutuyorlardı.
Şerafettin Bey,
Leonidas Efendi’nin elini yakalayıp öptü. Ustası elini kaçırmadı. Usta çırak
ilişkisinin bir geleneği idi bu.
Çırak ustasını hiç
unutmamış, yokluğunda güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmamıştı.
Leonidas Efendi, yıllarını
geçirdiği eski dükkanına girip, kesim masasının arkasındaki arkalıklı koltuğuna
oturdu.
Getirilen kahvesini
yudumlarken hiç konuşmadan her şeyi gözden geçirdi.
Kesim makası,
iğnedenlik, yüksüğü, mezurası, dikiş makinası, hepsi yerli yerindeydi.
Gözleri buğulu, “Yahu neredeyse
hiçbir şey değişmemiş sanki. Duvarlardaki resimler bile aynı,” dedi.
Çırağına bakıp, “Terzi,
sadece elbise değil, gönül yapmayı da biliyor, kerata,” dedi.
O sırada Leonidas
Efendi’nin duvardaki eski saatinin guguk kuşu onu onaylamak istermiş gibi başını
çıkarıp günün yeni bir saatinin başladığını haber verdi.